‘’Yine fark olurdu‘’
Gol ise, ya rakiplerinin büyük bir hatasından veya anormal ani bir ataktan gelirse gelir gibi bir garip taktikti işte! İyi de, ya senin oyuncuların o kalabalıkta ceza sahası içinde hata yaparlarsa? Ki, yaptılar bir kaç kez ve sonunda Kuyt da böyle bir hatadan yararlanıp attı golü. Ne yapacaksın şimdi, iyice yoruldun da! Rakip topla oynayıp, her dakika biraz daha hırs ve güven kazanıp üzerine gelirken bir şey üretmezsen, gol yedikten ve o anlarda bir de yorulduktan sonra dağılıp gitmez misin?
Gerçekten de dağıldı Gençlerbirliği yediği golden sonra. Sarı-Lacivertliler biraz daha dikkatli ve özenli olsa yine büyük bir farkla ayrılırlardı sahadan. Gökhan’ın etkisiz olduğu akşamda, Caner maçın başlarındaki tutukluğunu attıktan sonra rakibine bariz bir üstünlük kurdu Sarı-Kanaryalar. Webo ve Sow’un vasat oyunlarına rağmen, Alves, Egemen, Caner, Topal ve Kuyt’ın mücadeleleri yetiyordu bu üstünlüğü kurmaya. İkinci yarıda Alper de daha etkili oynayarak devreye girince, futbolun alışık olduğumuz bir sürprizi olmadıkça, belliydi liderin kazanacağı. Bu sezonki fizik güç ve ciğer üstünlüğü, Fenerbahçe’nin bir çok rakibe karşı en önemli avantajı. Meireles’e değinmeden geçmek olmaz tabii. Uzun zamandır ilk kez tam randımanla ve iyi oynarken, fiziği buna itiraz etti. Nerede yıllar öncesinin yılmaz oyuncusu, nerede Fenerbahçe’deki!
‘’İlk yarı iyiydi‘’
Tamam, rakibin özellikle orta alandaki teslimiyeti de önemli. Ancak, bu teslimiyetin ilk nedeni, Fenerbahçeliler’in o bölgeyi çok çabuk ve birkaç istisna dışında hatasız geçmesi. Santim farklarıyla rakibe gönderilen paslar olmasa, ilk yarı kesinlikle çok daha farklı bir sonuçla biterdi. Sanki takımının ve sahanın en iyileri, Topal ve Gökhan gibi. Alves’in kusursuza yakın savunması, Kuyt’ın bitmek bilmeyen enerjisi de ayrıca önemli. Meireles ve Baroni bile sırıtmıyor, tıpkı geçen hafta olduğu gibi göze batmıyor Webo’nun ilk yarıdaki etkisizliği. Bir süredir formaya hasret kalmış olmasından kaynaklanıyor olsa gerek, Sow’un gereksiz bencilliği!
Elazığspor aradaki farkı kapatabilmek için, ikinci yarıya kabak çiçeği gibi açılarak başladı. Bu Sarı-Lacivertliler’in birçok pozisyon bulması anlamına gelecek, abartılı bir tavırdı. Gerçekten de öyle oldu.
Ev sahibi ikinci yarının başından itibaren pozisyona çevirebildiği ya da çeviremeden harcadığı birçok fırsat buldu. Rakibin bu tavrının getirdiği şaşkınlıktan ya da maçın ilk yarıda kazanılmış olduğunu düşünmelerinden olsa gerek, konsantrasyon eksikliği fırsatların harcanmasında başrol oynuyordu. İlk yarıdaki etkili, seyir zevki veren oyun yerine savruk ve başı bozuk bir oyun oynanıyordu ikincisinde. Hemen herkesin basit top kayıpları ile oynadığı, disiplinin azaldığı, bir o kalede, bir bu kalede oynanan mahalle maçı kıvamı egemendi artık sahada.
Bir kısım Fenerbahçeli taraftarın 35 gün sonra kongreye gidecek bir yönetim aleyhine “istifa” diye tezahürat yapması ise oldukça ilginçti. Bu tezahüratı yapanlar herhalde fazlasıyla gençti!
‘’Cumhuriyet Kadınları‘’
Birkaç gün önce, “en az 50 bin kadın gider” diyoruz eşe, dosta, arkadaşlara. En gönülden Fenerbahçeli bile “yok ya, o kadar olmaz. 10 bin kişi gitse bile iyidir” diye karşılık veriyorlar. Öyle güçlü ki bu kanı, maçtan bir gün önceki yazımızda biz de “en az 20 bin” diye indirime gidiyoruz, abartmamak adına. Oysa 10 Temmuz’daki en az 100 bin kişilik yürüyüşün canlı şahidiydik, köprü yolunda!
..Ve maç günü, sabah saatlerinde farklı bir enerji beliriyor İstanbul’da. Kadıköy’e doğru akıyor, 81 gündür tek bir adım bile geri atmadan, gönül verdikleri kulüpleri ve o kulübün başkanı, yani reisi için direnen Sarı-Lacivert canlar. Birkaç gün önce “10 bin yeter” diyenler telefonlara sarılmış durumda, bilet bulma telaşıyla!
8 bin biletin basıldığını söyleyen Can Gebetaş’ı arıyoruz güneşin en tepede olduğu anlarda, “ya Can, oralarda mısın? Birilerine ulaş da söyle bilet bassınlar, yoksa büyük sıkıntı olacak akşam olduğunda.” Ardından stat çevresi ve caddelerden fotoğraflar düşmeye başlıyor sosyalinden, asosyaline kadar tüm medyaya. “Yemeği ocakta, çamaşırı banyoda, ütüyü fişte bıraktık geliyoruz” sloganıyla kalabalıklaşıyor Sarı-Lacivert kadınlar. Her yaştan, her inançtan Fenerbahçeliler, çılgıncasına koşuyorlar aşklarına.
Sonrası malumu herkesin ve kırılan kapılar da şahit; biletli taraftar sayısı 41 bin küsur olarak açıklansa da, 50 binden fazlası içeride, bir o kadarı da dışarıda...
3 Temmuz darbesinin en güçlü birliğine ve direnişine şahit oluyor sadece Türkiye değil bütün dünya. Bir sonraki günün birinci haberi olarak yer alıyor, 72 milletin yazılı, görsel medyasında.
20 Eylül 2011, 72 milletin tekrar hatırlamasını sağlıyor, bu coğrafyanın kadınlarının gücünü, bağlılığını ve davaları uğruna neler yapabileceklerini; tam 87 yıl sonra!
Aslında eşsiz cümleler kurabilmesi gerekir insanın, Dünya Fenerbahçeli Kadınlar Günü hakkında; tüyler ikide bir, diken diken olmasa!
‘’Salın gitsin!‘’
Sertlik tatlının ötesinde, hakem bir kez daha fevkaladenin fevkinde; mesela ilk golde Egemen aleyhine faul çalarken, mesela Emenike için net bir gol pozisyonunu faulle engelleyen Donk’a kırmızı kart göstermezken ilk yarıda.
Çubuklular’ın sağ kanadı bir garip! Gökhan’ın olduğu bölgeye gönder topu ya gol ya büyük tehlike! Kalesi de garip, yani kalecisi; iki sıradan şut, ikisi de filelerde. Holmen henüz ilk 12 dakikada üç kez kaleyi görüyor, uygun durumda olmasına rağmen üçünde de şut yerine pas veriyor sağa, sola! Meireles hep aynı, bu kez Kuyt ve Webo da aşırı etkisizler arasında...
İkinci yarının başları da aynı, son yarım saat farklı ama. Alper’in oyuna girişi ve Sarı-Lacivertliler’in rakiplerine olan fizik güç ve nefes üstünlüğü apaçık ortada. Caner gösteriye devam ediyor, “Maşallah” nidalarıyla. Maçın adamı olma yarışındaki rakibi Scarione de yoruldu, sona doğru ve aslında oyunun en önemli zamanlarında. Alves de Donk’u geride bıraktı, savunma konusunda. Hepsi bir tarafa Webo bile geri döndü ve önce bir, sonra üç puan sonuna kadar isteyip, direnen tarafta...
Hazır Malki ile birlikte 7 yabancıyla oynamışken Kasımpaşa, şu “anası Türk, babası Türk” konularını da bırakın artık. Herkes Hz. Adem’den gelmiyor mu nasılsa; salın gitsin!
‘’Çok garip!‘’
O bir kısım “istifa” diye bağırırken, Fenerbahçe ilk kez tam saha baskı yapıyor, son derece etkili oyuncuları olan rakibine nefes aldırmamacasına. Sağ tarafı etkili kullanan Emenike’nin pasıyla Kuyt açıyor kapıyı. Sonra, çok Fenerbahçeliler bu kez kulübün kurucularından Alex’i anarlarken, Alves vuruyor kafayı ve tekrar Kuyt’la henüz 35. dakikada 3 puanı alıyor Sarı-Kanaryalar.
Sezonun en iyi oyununu oynayan, savunmaya en ileriden, hücuma en geriden başlayan, sakin bilinçli ve bazen fantastik hareketlerle bu kez uyutmayıp heyecanlandırırken sahadakiler ve yönetim kongre kararı almışken, hala destek yerine köstek oluyor, bir kısım Fenerbahçeliler!
Dün akşamın en iyilerinden Holmen’in katkısı, zaten en önemli özelliği çalışkanlığı olan Kuyt’ın verimini iyice arttırırken, Selçuk’un çoktan hak ettiği alkışları duymasının da nedeniydi galiba. Böyle olması da çok normal; rakip elini kolunu sallaya sallaya karşına gelmeyip, yıpratılınca...
Dün akşamdan sonra, Holmen-Baroni kıyaslamasına da gerek kalmadı herhalde, her şey apaçık ortada. Bir de genç stoperler için örnek alınması gereken biri vardı sahada; Alves. En zor hava toplarının bile gelişigüzel vurulmayarak nasıl pasa dönüştürebileceğini, her maç bir kez daha uygulamalı olarak gösteriyor adeta.
‘’Çok fark var!‘’
Gökhan’ın hazır olmaması ve alternatifsiz olması nedeniyle Fenerbahçe savunmasının sağ kanadı İngiliz’in emrindeydi. Kuyt sağa geçtiğinde biraz değişiyordu durum, ancak gelişen atakların çoğunda misafirin sağ kanadı ev sahibinin babasının çiftliğiydi!
Geri dörtlüsünde sorun yaşayan Çubuklular’ın derdine “takım savunması” denilen şey çare olabilirdi. Yani, Emenike ve Sow’dan başlaması gereken, Baroni’nin de bir zahmet el atabileceği, ta uzaklarda başlayan bir direnç! Bırakın uzaklarda direnmeye başlamayı, Emenike ile Sow topu rakip sahada tutmayı bile beceremedi. En azından bunu yeterince becerebilseler, savunmalarının nefes almalarına katkı verebilirlerdi!
Geri dörtlü ve takım savunması oturtulamamış, rakip kaleye inmek için gerekli organizasyonlar oluşturulamamış, ele geçirilen fırsatlar da isabetsiz pas, orta ve şutlarla heba olmuşsa, yenilgiden başka ne beklenilebilir ki!
İkinci yarı hazırlık maçı niteliğindeydi. Buna rağmen, iki takım arasındaki kalite farkı hala belirgindi. Futbol oyununda bazen böyle farkları azim, yüksek mücadele ve inançla tersine çevirebilirsiniz. Ne var ki Fenerbahçeli futbolcular bunu gerçekleştirebilecek güç, psikoloji ve uyum içinde değildi!
‘’Ali İsmail Korkmaz‘’
Ligin en hazırlıksız takımlarından Fenerbahçe ilk kez doğru sistemle 4-4-2 ile karşısındaydı rakibinin. Sisteme henüz uyum sağlayamamış olması, solda Alper’in hem hücum hem de savunmada, şaşırılacak şekilde takımına hiç katkı sağlayamaması, Meireles’in hücuma yönelik olumlu tek bir pas bile atamaması ve nadir gelen öylesine paslarda, ileri ikilideki Webo ve Emenike’nin yüksek ötesi top kaybıyla oynaması handikaplarıydı Sarı-Lacivertliler’in. Hal böyle olunca gol için hiçbir şey üretemeden, önde Kuyt, sonra Selçuk, geri dörtlüsü ve kalecisiyle sadece savunmak zorunda kaldı Çubuklular. Meireles’e alışığız da, Alper ve Emenike’nin hali doğrusu pek de beklenen bir durum değildi!
Ersun Yanal ikinci yarıda takımının alışık olduğu 4-2-3-1 sistemine geri döndü. Bu, belki Alper’i de geri getirebilecek bir düşünceydi. Alper dönmedi ancak, Fenerbahçe en azından 10 dakika çok adamla hücum etti ve gol de geldi. Vurgulamakta fayda var, Alper çok iyi bir futbolcu, mutlaka dönecektir.
Golden sonra Eskişehirspor’un baskısı, hakemin komik penaltısı ve penaltı öğütücüsü Mert’in gol kadar moraliyle üç puan ev sahibine gitti. Hiç kuşku yok, “sahanın en etkili üç oyuncusu kimdi?” sorusuna,”Mert, Kuyt ve Erkan” diye cevap verilebilirdi. Alves, Caner ve Tarık’ın isimlerini de anmazsak, ayıp olur tabii...
‘’34-36 arası iyiydi!‘’
Volkan, Yobo, az Alves, Topal, bu kez Mısır’ı saha dışında bırakmış görünen Emre ve Kuyt’la ayakta kalmaya çalışan Fenerbahçe, ilk 45’de savunmadan başka şey düşünmüyordu ki! Buna bir de hemen herkesin yaptığı basit pas hataları eklenince, Arsenal kalecisi devreyi buz gibi bitirdi.
Çubuklular’da Gökhan’ın alternatif yok, almayı da hiç düşünmüyor galiba yönetenler. Peki, bir Avrupa kupası maçında, yani yabancı kontenjanı sorun değilken Kuyt gibi bir tecrübeli futbol işçisi neden sağ bekte oynatılmaz ki? Futbolun efendisi Cruyff onun sağ bek oynayabileceğini söylediyse, en azından denenmeli. Ne Bekir ilacı oranın ne de Topuz, bu çok açık değil mi!
İkinci yarıda, emeklilik günlerini burada geçiren Meireles’in yetersizliğine, nefesi ve fizik kapasitesi artık uzun sürelere yetmiyormuş gibi görünen Emre de eklenince, Topal’a rağmen orta alan kevgire çevrildi! Sow ve Webo’nun etkisizliği ve rakip sahada top tutamamak zaten rakibin elini kolunu sallaya sallaya gelebilmesi için yeterliydi.
Arsenal’e yenilmek, hatta elenmek çok büyük bir başarısızlık değil. Ancak, artık toparlanıp güçlü, enerjik, yırtıcı, emeklilerle kifayetsizlerin kenarda oturduğu bir takım olmalı Fenerbahçe. En azından onu izlemeye gelen sevdalılarına heyecan ve gurur verebilmeli.
Dün akşamın en iyisi, bir kez daha Sarı-Lacivertli tribünlerdi. Hele ki, 34 ile 36. dakikalar arası...