‘’Saygılar‘’
Uzun zamandır, hafta içi ve sonu sürekli oynamak (92 günde 23 maç), üstelik bir beraberliğin bile bir hedeften uzaklaşmak anlamına geleceğini bilerek oynamak kolay iş değil.
Emre ve Sow’un yokluğuna, son maçların kurtarıcısı Caner’in de eklenişi, dün akşamın zorluk katsayısını artıran bir diğer nedendir. Volkan’ın, eski formuna, gerçek kalite ve kapasitesine ulaşmış olması ise, şu zorlu dönemde Sarı-Lacivertliler’in en önemli kazancı olarak görülebilir. Webo’nun yalnızlığına bir çare üretememek konusunda ise, Aykut Kocaman eleştirilebilir. Karşılaşmaya istekli ve etkili başlayan 16 numaralı oyuncunun, ikinci yarıda Webo’ya iyice yaklaşması hem hücum sayısını artıran hem de golün gelmesini sağlayan doğru tercihtir. Fenerbahçe öne geçtikten sonra rahatlayan ve oyunu istediği gibi idare eden bir takım olduğuna göre, golden sonraki yaslanışı da artık eleştirilmemelidir. Hele, bu anlayışla hâlâ üç kulvarda birden mücadele eden, sezonun en başarılı takımı olduğu gerçeği düşünülürse; sadece saygı duyulup, takdir edilmelidir...
‘’Yıkılmayan kale!‘’
Takımını ileri taşıma ve orada tutabilme görevinin bir numaralı sorumlusu 16 numaralı, biraz görevinin farkında olsa! Böylesine önemli bir maçta, o kadar top kaybı, hatalı, riskli pasla oynamasa! Hatta çıksa, çıkarılsa, kenarda beklese, hiç oynamasa!
Top rakip sahada hiç tutulamayınca, kontrol ‘tek kale’ye dönüştü ikinci yarıda! Uzun zamandır hiç bu kadar yaslanmamıştı Sarı-Kanaryalar geriye. Tabii ki gol de yendi, bu nedenle! 16 numaralı oyuncunun çıkışının hemen ardından, rahatlatan ve uzak ara turu getiren golün atılması ise, ironi gibiydi! Egemen ve Yobo’dan sonra Fenerbahçe’nin en iyisi olan Caner’in soğukkanlı, hatta buz gibi vuruşu, yarı finalin müjdecisiydi.
Bundan 648 gün öncesinden başlayarak, cümbür-cemaat her türlü sahteliğe, ihanete, kahpeliğe, saldırıya uğrayan, yok edilmeye çalışılan Fenerbahçe Spor Kulübü Profesyonel Futbol Şubesi A Takımı, direnişin en önemli sembollerinden biri oldu yine bu ülkede. Tıpkı, kurtuluş ve kuruluş yıllarında olduğu gibi Cumhuriyet’in, yıkılmaz bir kale olduğunu kanıtladı bir kez daha. İç mihrakları adalet gününe kadar bir kenara bırakıp, asla unutmayacaklarını her fırsatta vurgulayarak, onları UEFA’ya almayanlara, “Fenerbahçe UEFA’yı almaya gidiyor” diye karşılık veriyor artık gururla milyonlarca Sarı-Kanarya...
‘’Toplar yuvarlak!‘’
Orduspor ilk 5 dakikadaki oyununu, her maç her iki yarıda yarımşar saat oynasa, zirveye oynar! Fenerbahçe’nin bu sezonki 52. resmi maçı. Çubuklular, Perşembe-Pazar üstelik sportmence koşmaktalar...
Herkesin çok iyi bildiği futbolu, taktiği, Volkan’ı, Topal’ı, Caner’i, Salih’i ya da yine Salih’i bir tarafa koyup, kenardaki soğukkanlı adama odaklandık dün, bir önceki akşamdan sonra. Salih’in ilk golünde kulübeye döndü ya bir kamera...
Ya arkadaş; sen neden zıplamıyor, hoplamıyor, sapıtmıyorsun? Yardımcılarınla birlikte önüne gelene saldırmıyor, bir şeylerin üzerine çıkıp çıldırmıyorsun! Recep İvedik örneği varken, neden başka bir dünyadanmış gibi davranıyorsun! Milletin nasıl davrandığına, bir galibiyet için ne çukurlara indiğine, alçaldıkça nasıl yükseltildiğine aldırmıyor musun?
Yok “antrenör takımı”, olmadı “koşu mesafeleri”... Üstelik böyle saçma şeyler nedeniyle bizden bile eleştiri alıyorsun. Bir topla kendini sen, Kocaman. Çeneni ileri uzat, elini, kolunu tehdit unsuru olarak kullan! Canlı yayına çıkartıl ve ne yayındakiler ne de sen bundan utan! Oyuncuna işaret et, kaç numaralı rakibe tekme atacağını; böyleleri geçerli, hala anlayamıyor musun?
Hala, bir şeylerin değişebileceğini mi sanıyorsun. Çok safsın Aykut Kocaman, çok! Bildiğimiz futbol oyunu bu; toplar hep yuvarlak, değişmez!
‘’Akil adamlar‘’
Sanki 270 dakika oynasalar, tek golü atan turu geçecekmiş kıvamında. Tabii ki, olabilecek bireysel hatalar istisna bu konuda. Lazio’nun, kalecisi hariç 8’li savunmasının, son 5’i cansiperane ve neredeyse hatasız, Sow’un direkten dönen vuruşu dışında. Çubuklular’da 16 numaralı bir tarafa, Gökhan, Meireles, Kuyt ve Webo beklentinin altında ilk yarıda. Ah, Gökhan bir Gökhan Gönül gibi oynasa çok değişecek işler olumlu anlamda. Hakem de başarılı ve görevini hakkıyla yerine getiren bir akil adam görüntüsü veriyor, ilk yarı sonlandığında.
İkinci yarıda Meireles dönüyor oyuna. Bildiğimiz Meireles işte. Sadece savunmada değil yaratıcılık noktasında da görev başında. Hakem neyse gördüğü, yani doğru olanı çalıyor, ikinci yarıda da tarafsızca. Lazio 10 kişi kalmasa da, belli ki Fenerbahçe kazanacak, direkler dayanmaya çalışsa da! Aykut Kocaman’ın yerinde müdahaleleri oyuna ve tek kale oynuyor artık Sarı-Kanarya. Bize kalsa, yukarıda yazdığımız ‘270 dakika’dan da esinlenerek, “Fenerbahçe yarı finalde” diyebiliriz aslında. Ancak, futbol çok basit ve değişken bir oyun, öyle sana, bana göre bir şey değil sonuçta.
İtalya’daki maçta Gökhan ve Kuyt’ın da normal oynayacaklarını, Webo’nun daha rahat ve Sow’la paylaşacak daha fazla pozisyon bulacağını da hesaba katınca, “Çubuklular yarı finalde” diyoruz yine de ukalaca!
‘’Ayakkabı köselesi!‘’
Oyunu kanatlara taşıyamayınca, Sow ve Webo, Sonko ile Uğur karşısında etkisiz kalınca, Caner kötü gününde olunca, Meireles ve 16 numaralı oyuncu yaratıcılık konusunda bir şey yapamayınca, Kuyt’ın göz kamaştıran oyununa rağmen öne geçemediler ilk yarıda. Aslında geçtiler de, 37. dakikada Sow’un mükemmel vuruşu kayda alınmadı. Galiba yeni kurallara göre Senegalli’nin bacağı da çizgiyi geçmek zorundaydı!
Akhisar’da Emin, Merter ve Bilal’in ilk 45 dakikadaki öz güvenleri ve direnişleri alkışlanacak kıvamdaydı. Takım olarak onların asıl sorunları da, kenarlar üzerinden hareket edip, Gkekas’ı kullanamamalarıydı. Egemen, kucağındaki Gkekas’ı ezdi resmen ilk yarıda.
İkinci yarının ikinci dakikasında Topuz’un kenardan gelen pasıyla Webo tamamen çizgiyi geçti! Sonrasında beş dakika kadar kontrol de ev sahibine geçti. Bilal, Merter hala direniyor, Sertan da üretim için çabalıyor, Meireles ve 16 numaralı oyuncu gezinmeye devam ediyor, ne Akhisar ne de Fenerbahçe hala kanatları kullanamıyordu. Sahaya 4-4-2 dizilişi ile çıktığını düşündüğümüz, ısrarla ortadan akın yapmaya çalışan Çubuklular’ın ikinci yarıdaki şeklini çözmek, en azından bize zor geliyordu! Ne de olsa futbol çok zor bir oyun ve ayakkabı köselesi değil, kapasite meselesi!
Sanki, Kuyt, Egemen, Bilal ve Merter sahanın en iyileriydi gibi geldi!
‘’Yeterlilik meselesi!‘’
Rakip takımdaki profesyonel oyuncuların toplam değerinin, ülkelerinin toplam bütçesinden fazla oluşu ise, ancak Andorralı’ları ilgilendirebilir! Onca uçuruma rağmen, ikisi arasında en büyük yakınlık gruptaki konumlarıdır ve bu garip yakınlık irdelenmelidir! Abdullah Avcı’nın ilgilenmesi gereken önemli detaylardan biri ise, takımının maç yapacağı sahanın ölçüleridir. Hem enine hem de boyuna, alışık olunandan küçük ölçüler, bir takım değişiklikleri gerektirebilir. Mesela, halâ uzun oynamamalıdır orta saha oyuncuları. Halâ rakibin arkasına topatmaya çalışmamalıdır, bu ölçülerdeki bir sahada. Daha çok ayağa, çabuk, kısa paslarla ve rakip eksilterek oynamayı önerebilir oyuncularına. Bunu yapmaya çalışan tek futbolcunun Arda olması, genel olarak böyle bir uyarının yapılmadığını gösterir açıkça! Peki, dün akşam Sercan mı olmalıydı sahada, Olcay kadar formda, güçlü ve istikrarlı bir oyuncu varken elinin altında! Emre sakattı yoktu, olsa nasıl oynanması gerektiğini gösterirdi zaten bu şartlarda. Peki Oğuzhan, Salih gibi yüksek teknikler sadece dün akşama özel yer alamazlar mıydı kadroda? Bir pas, bir çalım, bir pas, bir çalım daha; topa sahip olarak, kısa, kısa... Gelecek maçlar öncesinde hayal kurmaya devam edebilmek için önemli, ne var ki futbol adına zevksiz ve sıkıcı bir karşılaşmaydı dün akşamki! Görünen o ki, Abdullah Avcı bir milli takımı çalıştıracak yeterlilikte değil. Hizmete, eskiden olduğugibi, ligde orta sıralara oynayabilecek takımlarda devam etmelidir!
‘’Helal olsun!‘’
Birileri Fenerbahçeli futbolculara ‘altın gol’ uygulamasının çoktan kalktığını bildirmeli. Öyle bir halleri var ki, sanki maçın 1. dakikasında gol atsalar, 89 dakika durup bekleyeceklermiş gibi!
İlk yarıda, Egemen, 15 dakika Emre, Salih ve yalnız adam Sow dışında, hemen herkes ruh gibi. Caner’in ne savunmaya katkısı var ne de hücuma. Üstelik büyük tehlikelere neden oluyor, kritik bölgelerde ikram ettiği toplarla. Hasan Ali de yok sahada! Gökhan ve Kuyt ne Antalyaspor’u ileride zorlayabiliyor ne de geride engel olabiliyorlar, özellikle Tita’nın ataklarına. Meireles Chelsea’den değil, alt ligden gelmiş sanki. Yobo’nun ilk rüzgarlı maçı gibi! Volkan ve Selçuk diğer başarısızlar, ilk yarıdaki...
İkinci yarıda biraz daha çabuk basma, Hasan Ali’nin toparlanışı, Meireles’in abuk pasları dışında mücadelesi, Kuyt’ın savunmaya doğru destek verişi ve Salih’in oyundan düşmesi dışında değişen bir şey yoktu. Tita ve Egemen akşamın en iyileriydi. Rüzgarla birlikte ya da rüzgara karşı oynamayı hala öğrenememiş üst düzey futbolcuları, hele kalecileri görmek, doğrusu garipti!
Sow, tacı atması için gönderilen topu umursamadığı için sarı kart gördü. İsaac, Fenerbahçeli bir futbolcuyu dirseğiyle knock-out ettiği halde faul bile verilmedi! Hüseyin Göcek de hakem işte! Ayrıca ‘indirim’ ve ‘erteleme’ ayrıcalıkları zaten bambaşka bir mesele! Türkiye’de dengeler veya dengesizlikler, ne yazık ki böyle!
Fenerbahçe’nin sezonun ikinci bölümü başladığından bu yana, 64 günde 18. maçını oynadığını da göz ardı etmesin kimse. Ki, iki buçuk günde bir maça denk gelir bu!
‘’Büyük iş‘’
35. dakikada, özellikle oyunun savunma bölümünü çok da iyi oynayan Topal sakatlanarak çıkıyor ve Salih giriyordu. Kalan 10 dakika Fenerbahçe’nindi artık. En büyük özelliklerinden biri tereyağından kıl çekercesine top çalmak olan Salih, önce 41. dakikada kendi ceza sahası civarında çaldığı topla Sow’u pozisyona sokuyordu. Kısa aralıklarla aynı şekilde iki top daha çaldı rakipten ve 43’te de yine kendi katkısıyla gelişen pozisyonda yaşıyla ters orantılı ustalıkla turu getiren golü attı.
İkinci yarıya moralli başlayan Fenerbahçe 2’yi ararken gereksiz bir gol yiyerek geriye yaslandı. Neysi ki korkulan olmadı.
Zor işti. Gerçekten çok zor ve büyük işti; hep var olan dahili ve harici bedbahtların son iki senede daha da artan saldırıları karşısında şu takımın yaptıkları.
Arkanda ne devlet var ne bir kurum ne de bilinçli bir millet. Bir de, milleti bilinçlendirmek yerine, sanki cahilleştirmek üzerine yönlendirilmiş medyadaki hakim zihniyet! Sadece gerçekten, hayat kadar sevenleri var Fenerbahçe’nin yanında. Gerisi, Fenerbahçeli maskesi ile gezinen apaçık satılmışlar da dahil, hep illet!
Derinine inersek satırlar yetmez. Tüm bunlara rağmen, Avrupa’da çeyrek finalde Fenerbahçe Spor Kulübü Profesyonel Futbol Şubesi A Takımı; “helal olsun”, başka bir şey denilemez..