Arama

Popüler aramalar

‘’Bir asistle bitti‘’

Yani Atatürk Stadı’na gelen 2 bin taraftar için Karşıyaka maçı dün en önemli şeydi. Keşke aynı duyguyu futbolcular da paylaşsalardı.
Aslında iyi niyet ve gayret açısından iki takıma da fazla bir şey söylenemez. İki taraf da topu çabuk kullanıp, sürekli hareket halinde bulundurdular. Ne varki, bu kadar gayretin üzerine biraz da hücum arzusu gerekiyordu. İki takım da topu orta sahada kullanıp, hücum bölgesine girmekte tutuk davranınca kaleyi nadiren tehdit ettiler. İlk yarıda, Yekta rahatça geçtiği Feridun’u bir kez daha geçip gole yaklaştı; bir kez Erhan soldan ortaladı Osman öne güzel koşup yükseldi. İki takımın bir kez Erhan, bir kez de Dimitrov ile frikikleri var. Hepsi bu. Bütün denemeler kalecilerde kaldı. Maçın son bölümünde iki takım da hücuma dönük değişiklikler yaptı.
Karşıyaka hücuma çok adamla gidince, ceza sahasında topla buluşmaya başladı. Baykal’ın elverişli plasesi ve Taha’nın röveşatası yakından auta giderken, maçı bitiren Gökhan’ın doğru koşusuna Yekta’nın uzattığı doğru pas oldu. Beceri, fiziksel çabayı taçlandıran bir unsurdu.

16 Ocak 2011, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hücuma Guti lazım!‘’

Ancak kupada, çok kritik bir eşik oluşturan bu maçın takvimi kötü seçilmişti. Devre arası hazırlıklar tamamlanmadığı için maçta her an hem fiziksel, hem de oyunsal yetersizlikler ortaya çıkabiliyordu.
Beşiktaş rakip yarı sahada son derece teknik ve heyecan verici bir takım haline geldi. Ne var ki tüm potansiyeline rağmen Kara Kartal’ın olmazsa olmazı; tempo. Tempo yapıp oyunu sürükleyemezlerse, hücumda tıkanıklık yaşayabilecekleri gibi, gol de yiyebilirler. Yani, orta sahanın mutlaka çok etkili olması ve ileri geri iyi servis vermesi gerekiyor.
Beşiktaş’ın Simao ve Quaresma ile delemeyeceği savunma yok gibi. Ancak topun kale önüne de iyi sokulması, Almeida’nın topla daha fazla ve çabuk buluşturulması gerekiyor. Siyah-Beyazlılar’ın Nobre ile 37’de attığı gol çok doğru yorumlanmalı. Kanımca o gol, Nobre’nin değil Guti’nin işlevini vurguluyor. Her topu gayet yaratıcı ve doğru kullanan Guti’nin savunmaya yakın oynatılıp, üçüncü bölgeden uzak kalması hatalı bir tercih.
Çok hücumcuyla oynamak, etkili hücum etmek anlamına gelmiyor. Bana göre Nobre kulübede oturtulup, Almeida’nın arkasında Simao-Guti, Quaresma üçlüsü oynatılırsa; Beşiktaş çok ve kolay gol atar. Savunmaya dönük orta sahalardan Aurelio forma girer, yanına savaşçı bir Türk bulunursa, Beşiktaş’ın yapılanması büyük ölçüde tamamlanır.
Manisa, zaten eksik kadro ile oynarken, Yiğit İncedemir de erkenden sakatlanınca, saha yerleşiminin en güçlü ikilisi bozulmuş oldu. Öne geçince, savunmaya dönük oynayıp futboldan taviz verdiler. Simpson ve Mehmet Güven’in kaliteleri Beşiktaş’ı devirmeye yetmedi.

13 Ocak 2011, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe koşuyor‘’

Belediyespor ortak akıl, bütünlük ve disiplin bakımından ligin en iyi bir iki takımından biri... Daha önce hep eli boş gönderdiği Fenerbahçe’yi şüphesiz gene mutlaka yenmek istiyorlar.

Fenerbahçe ise büyük! Ötesi yok. Kulübün ezeli ve ebedi doyumsuzluğuna takım da ayak uydurmak zorunda.

Belediyesporlular maça tam sahada çok etkili bir alan savunması ile başlıyor. Fenerbahçe’de Stoch-Caner gayretliler ama iki kanat da iyi kapatılmış. Geldi geleli en kötü maçını oynayan ve piyangodan çıkan çok uygun bir pozisyonda Hasagiç’i yere bile yatırmadan topu mundar eden Niang, orta sahaya gelip top alıyor, ama kimseye verip organizasyon başlatamıyor.

Orta sahadaki bunalımı izleyip, topa hiç yaklaşmayan Alex önce İbrahim Akın’a tabanı basıp malul ediyor. İbrahim sahada, ama artık oyunda değil. Baroni her nasılsa inisiyatifi ele alıyor, Fenerbahçe adına ilk kez rakip sahada ilk topa basıp kapıyor, açılan topu gidip ceza sahasında bir de Mahmut’tan çalıyor, Alex kale önünde bitip golü atıyor.

Krizin ilk etabını başarı ile geçen Fenerbahçe, ikinci yarıda rakibinin stratejisi ile sahaya hakim oluyor. Başta Topuz ve Gökay, çok koşucu bir orta saha ile topu çok istiyor, kazanılan toplarda geniş alanlara kalabalık ve dikine çıkıyor, Belediyeliler geri dönmekte zorlanıyor ama bu maçta Fenerbahçe’nin santrforu yok! Peki neden hiç şut denemiyorlar?

Fenerbahçe’nin 70’lerde topu kazanıp frene basması rahatsızlık verici. Dia’nın tek başına yaptığı ve penaltıya dönüşen atağında ceza sahasında pas verebileceği tek Fenerbahçeli yok. Büyükşehirliler hantallaşan rakipleri cezalandırır. İbrahim sağ çaprazda iki kez fırsat yakalıyor, sağ ayağından kendisi bile tedirgin olan İbrahim dışarı vuruyor.

Fenerbahçe taktik ve atletik üstünlükle kazandı ama kaleye çok az top denemesi dikkat çekici.

28 Kasım 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’İstediklerini aldılar‘’

Sergilediği performans veya elde ettiği puan ne olursa olsun, Sağlam’ın takımındaki disiplinli futbol ve taktik sadakatini görmezden gelemezsiniz. Bu iki temel takım unsuru, güçlükleri geride bırakmanın ve ayağa kalkıp yukarılara yürümenin de temelini oluşturur.

Bursa’da dünkü temel fark, rotasyona çok erken girerek takımın futbol yapısını değiştiren yeni yabancıların kulübede oturması ve işin Batalla ve Ergic tarafından ele alınmasıydı. Turgay’ın istikrarlı çabalarına Ozan da ağırlığını koyunca istediklerini aldılar.

Bursa’nın taktiği de son derece tutarlıydı. Sabırla pas yaparak Manisa’yı geriye yasladılar, topu rakip kaleye vuramasalar bile 3. bölgede kaptırarak iki yönlü avantaj elde ettiler. Topun kaptırıldığı noktada prese başlayarak atak pekiştirme fırsatları yakaladılar. Veya presin etkili olmadığı zamanlarda bile Manisalılar’ın oyun kurmasına, çabuk oynamasına ve organize olmasına izin vermediler.
Yedikleri gollerde Manisalılar’ın şanssızlığı, Bursa’nın da şansı etkili oldu. Turgay’ın vuruşunda Ömer ters bir topuk vuruşu yapmasa, Ergic’in yan topunu Recep ceza sahasındaki tek Bursalı olan Batalla’nın önüne doğru sektirmese bu goller olmazdı, ama Bursalılar galip gelecek kadar kalite farkı sergiliyorlardı, başkalarını atarlardı.

Önceki maçlarda attıkları gollerde genelde orta sahada top kaparak baskın yapan Manisalılar asla üçüncü bölgeye kalabalık çıkamadılar. Çok kritik toplar kaparak rakibi eksik veya dengesiz yakalayan Murat, bu maçta ancak kendi savunmasında toplar çalabildi.
Manisa’nın disiplinli savunma yapan takımlar karşısındaki tutukluğu, aslında ne kadar dar bir futbol repertuarı ile ne büyük galibiyetler kazandığını da gösteriyor.

21 Kasım 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Pino farkı‘’

Kupa statüsü, para karşılığında oyunun ruhunu çalan, çekişmeyi ve oyun gerilimini minimize eden bir hale soktu... Kupa mücadeleleri telafisi olmayan maçlara dönüştürülmek zorundadır...

Aslında henüz kendisini arayan Galatasaray ile alt kategorinin lideri arasındaki maç çok dengeli bir eşleşme gibi görülebilirdi Ancak başka maçlarda da görülen aynı stratejik gamsızlık Galatasaray- Denizlispor maçında da vardı. Denizlispor bile Galatasaray deplasmanına 5 eksikle geliyorsa bu kupa statüsünde sakat bir şey olduğu açıktır...

Galatasaray henüz bir şeyleri ezber etme aşamasında olduğu için oyun kurarken dikkatli ama yavaştı. Galatasaray üçüncü bölgeye hiç ofsayta düşmeksizin geçerken canlansa da sergilenen beceri, kale önünde havadan-yerden, geniş alanda ya da markaj altında farkını ortaya koyacak bir santrfor yokluğundan ötürü gölgeleniyor...

Pino’nun direkten dönen topundaki atağı aslında takım oyunu alternatiflerinin sıfır olmasından ötürü giriştiği 6-7 saniyelik bir solo idi. Elano üç Denizlili’yi terse gönderip golü atarken ekstra kaliteli bir gol vuruşu yaptı ancak, pozisyon rahat ve temiz gelişmedi, fırsatı yaratan Yakup’un topu elinden kaçırması idi.

Denizlililer gencecik bir kadro ile tempo sorunu yaşayana kadar disiplinli, psikolojik yönden sağlam ve pozitif düşünceli bir futbol oynadılar ancak ceza sahalarını iyi savunamadıkları için beraberliği ellerinden çabuk kaçırdılar...

Pino’nun izleyeni canlandıran futbol heyecanı, attığı güzel gollerle Galatasaray’ı galip getirdi. Ancak kaleye maç boyu Pino’dan başka bakan Galatasaraylı’nın olmamasına; şutör bir teknik direktörün elinde şutör özellikli 4-5 futbolcu varken hiç şut çekilmemesine ne demeli?

11 Kasım 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sevinç ve kaygı‘’

Fenerbahçe maçın başlarında Konyaspor’un coşkulu bir futbol oynayacağını düşünmüş olmalı. Ancak Konyalılar presi rakip sahada başlatıp, sert müdahalelerle sürekli olarak top kaparak ilk 10 dakikada kaleye 4 vuruş yapınca, Fenerbahçeliler cidden endişelenmeye başladılar. Ne var ki ev sahibinin temposu düşüp de Fenerbahçeliler top kullanmaya başlayınca işler hızla değişmeye başladı. Caner soldan, Gökhan da sağdan bindirmeye başladılar, orta sahada top isterken arka arkaya tekmelenen Dia, topu 3. bölgede aldığında hem geniş alan buldu hem de başını sakince kaldırıp tehlikeli toplar atmaya başladı. 15. dakikada kaleye yapılan vuruşları eşitleyen Kanarya, oyunu istediği gibi biçimlendirdiğinde de öne geçti.

Çağdaş futbolun gerekliliklerinden biri de orta saha oyuncularının hücum fonksiyonlarına bitirici bir kimlikle katılması. Stoch ve Emre, maçta birer gol attılar ama öncesinde birer de çok önemli fırsat yakaladılar: Maç boyunca Fenerbahçe orta saha oyuncularının forvetlerden fazla girişimde bulunması çok önemli bir nitelik. Bu oyun yapısında çok önemli bir futbol potansiyeli var.

Fakat yedikleri gol, kötü takımlarda görülen türden arka arkaya yapılan hatalarla geldi. Alan savunmalarında topa baskı yapılması sırasında zamanlama hataları çok kritik olduğu halde, golü yerken bunu 4 kez yaptılar. Ramazan sola kaçarken; topu içeri gönderirken; Lietava toplu buluşup pasını kullanırken ve Grajcar vuruşu bomboş durumda yaparken... Özellikle alanı paylaşmak yerine bütün defansın bilinçsiz bir savunma güdülenmesi ile kale sahasına doluşması yakışıksızdı.

Fenerbahçe’nin 3-1’den sonra karşılaştığı sessiz sınav ise oyuna bağlılık ve istekliliğinin korunup korunmayacağı idi. Maçı farklı kazandılar fakat bu sınavı kazandıkları söylenemez. Fenerbahçeli taraftar skorla doyum sağlayan türden bir kitle değil. 90 dakikalık büyük bir futbol özlemi içinde yaşar, isteminde de haklıdır.

İkinci yarıda Konya’nın bulduğu pozisyonlar daha çok Fenerbahçeliler’in skorun rahatlığı ile içine düştükleri “profesyonel kayıtsızlık” bozukluğunun ürünü idi.

Fenerbahçe yapabildikleri ile çok iyi, oynama isteksizliği süresince kaygı verici şekilde vasattı...

19 Ekim 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Futbol istikrar istiyor‘’

Sezon başından beri geçen seneki kadar saygın bir futbol oynayıp, düşük skorlarla zirveyi yakalamasına rağmen oyun performansında sarsıntılar olan Bursaspor tekrar coşkulu ve lider duruşlu bir futbol arzusuyla maça müthiş girdi...

Bursalılar’ın üçüncü bölgeye çok adamla bir sürü koridordan yüklenerek, defans arkasına kararlıca giderek oynadıkları ışık saçan bir hücum futbolu Karabük’ü zayıf gösterdiyse de Bursa’nın etkili futbolu karşısında benzer bir görüntüye girmeyecek takım göstermek zordu...

Hemen öne geçtiler. Karabük, Gezer’in yanılgısı ile penaltıyı bulup beraberliği yakaladı, durmadılar, bozulmadılar, güvenliydiler, iyi futbolun ödüllendirici yapısına sarıldılar tekrar öne geçtiler...

Ancak. Doğru bir koşu, doğru bir pas ve doğru bir vuruş ile yapılan sayı futbolun büyüleyici yönünü oluşturuyor. Hem şampiyonun hem de liderin evine ilk kez misafir olan “taze” Süper Lig takımı Karabük, futboldan taviz vererek şanslı bir tek puan hayali peşinde koşmaktansa, defansı çıkartıp Bursa’nın ekmeğine yağ sürüyormuş gibi oynarken futbolun en basit koşu-pas-vuruş üçlemesi ile beraberliği buluverince ortalık buz kesti...

Bursalılar doğru koşuları, doğru pasları bol bol yaptı, bunları yaparken çok da keyif verdi ama doğru vuruşları az üretti...

Karabük’ün topu rakibe bırakan ancak uyuklamadan oynadığı, 2-2’den sonra fark edilen oyunu karşısında kritik nokta Bursa’nın temposunu maç boyu sürdürüp sürdüremeyeceği idi. Maçın başındaki farklı galibiyet havası bir yana, 90+’da atılacak bir gol bile çok önem kazanır hale geldi...

Yani, maçın sonundaki kalite, maçın başındaki kaliteden daha belirleyici... Bütün zihinlerde ideal 11’in adamı olarak yer eden Ergiç, 11’de başlamalı idi. Karabük’te başta Birol, herkes gayet bilinçli ve iyi oynadı...

16 Ekim 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çözüm niyettedir...‘’

Futbol sahalarındaki şiddetin başlıca nedeni, en öncesinden beri yönetimin bu konudaki duyarsızlığı olmuştur. Ve maalesef hala öyledir... Türkiye, özellikle futbol sahalarındaki şiddet sorununu çok uzun yıllar, duyarsızlaştırma yoluyla geçiştirilerek, örtbas ederek, gözlerden kaçırılarak arka plana atılmış; şiddete yatkın bir toplum ve taraftar profili yaratılmıştır. Şiddete kesin bir tutum ve kararlılıkla karşı çıkanlar son derece az, şiddeti meşrulaştıranlar, acizlik gerekçeleri yaratanlar sayıca çok ve daha güçlü olmuşlardır... Yoksa futbol şiddetinin önlenmesi, ne otorite baskısı gerektiren, ne organizasyon karmaşıklığı taşıyan bir şeydir. Önemli olan niyettir...

Eksiğimiz şiddeti insani yöntemlerle, sistematik olarak ve ‘gerçekten’ önleme niyetidir! Yönetenlerin niyeti, şiddetin tamamen önlenmesi ve stadyumların özel bir yüksek kültür ortamı olması değil: Böyle bir sorumluluğun ağırlığını hissetmek bir yana, Türkiye’de böyle bir hayalin keyfini bile yaşayan azdır...

Şiddetin önlenmesine dair çabalar büyük ölçüde göstermeliktir... Gösterişçiliktir... Şiddetin önlenememesindeki en büyük açmaz budur: Şiddet yapmacık önlemleri, biçimsel ancak içeriksiz standartları hemen görür ve yararlanır. Şiddete ve şiddet düşkününe caka satamaz, poz yapamazsınız... Şiddet kendisine sunulan açıkları değerlendirir, kullanır, amacına ulaşır. Gazetemizin Fan-etik sayfası, şiddetin önlenmesi için Türkiye’deki öncü ve yegane güvenilir çabaları 12 yıl boyunca göstermiş, Türkiye’nin en önemli dokümantasyonunu oluşturmuş ve toplumla paylaşmıştır. Şiddet hakkındaki lafazanlıklar artmış, gerekli girişimler yapılmamıştır. Çünkü önemli olan niyettir! Niyet olmayınca “Spor müsabakalarında şiddetin ve düzensizliğin ÖNLENMESİNE dair kanun” herkesin dilinde “ŞİDDET KANUNUNA“ dönüştürülür, bu zihin haritasından da çözüm umulur. “Şiddet kanunu çıkartılsın” diye konuşanlara mikrofon tutulur, acaba nasıl altın değerinde bir fikir serdedecekler diye kulak kabartılır.

Utanmak lazımdır! Çünkü Türkiye Avrupa’nın işine yarayan gayet kullanışlı ve yarayışlı gerçek bir çözümün kıyısındadır... Yirmi senedir! Türkiye “Spor Karşılaşmalarında ve Özellikle Futbol Maçlarında Şiddetin ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesini” 30 Aralık 1990 tarihinde imzalamıştır... Ancak niyet samimi olmadığı, sorun önemsenmediği için, imza sayfasına bağlı çözüm reçetelerini alıp meclis arşivine sokmamış, ilgili makamlar harekete geçirilmemiş, kapı gibi sözleşme yok sayılmıştır...

Fan-etik’in yıllar süren ısrarları karşısında, yeni bir yasaya hiç gerek olmadığı halde, Türkiye’ye özgü, işe yaramayacağı o zamandan besbelli olan bir yasa yapılmış, bu yasaya herkesin destek vermesi topyekün bir aymazlığı ortaya koymaktan başka bir sonuç yaratmamıştır...

Yeniden yapılmasının gerektiği hakkında gene topyekün bir yargı geliştirilen “Spor müsabakalarında şiddetin ve düzensizliğin ÖNLENMESİNE dair kanun” 2 Mart 2004 tarihinde kabul edilmiş ve aradan 6 yıl geçmiştir... Bu altı yıl içerisinde Türk futbolunun şiddetten zarar gördüğü de kesindir...

Niyetsizliğin ve samimiyetsizliğin en önemli yan etkisi duyarsızlaşma ve hantallaşmadır...

Eğer niyet işleri “bizim çocuklarla” ve “bize göre” ayrımcılığına takılmadan, Türk Futbolunu şiddetin elinden kurtarmak olursa çabuk, kolayca ve insanca standartlarda çözüm üretilmesi mümkündür...

İrdelenecek şey, öncelikle Federasyonun, sonra da diğer makamların çözüm isteği duyup duymadıklarıdır...

22 Eylül 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI