Arama

Popüler aramalar

‘’Bu maç ölçü değil‘’

Futbol biraz da kısmet işi... Bu, özellikle Galatasaray için böyle... En golcü futbolcun ayaklarından ateş çıkarken sakatlanacak, sezonu kapatacak... Kewell var derken, o da iki ay kaybolacak...

Ligin ikinci yarısına kendi sahanda başlayacaksın, moral olacak... Ama bu kez de iklim engeline takılacaksın...

Galatasaray çok istekliydi aslında... Koşmaya, tempo yapmaya niyetliydiler. Gaziantepliler de öyle... Ne var ki topu dizginleyemediler bir türlü.

İlk yarıda isteği ve sürati ile Caner, takımın hücumdaki öncelikli silahı idi. Balta’nın ona yaklaşarak destek vermesi de çok olumlu idi ancak birlikte pek iş üretemediler. Caner’in kişisel zorlamaları rakibi daha çok yıprattı. Hem orta yapabilen hem etkili ara pasları atan, hem de iki ayağı ile etkili şut çeken Caner’in ortaya girmesi Gaziantep’i karıştırırdı: ilk denemesinde penaltıyı yaptırdı... Caner doğru değerlendirilirse takıma sıklet atlatacak potansiyele sahip!

Topa olan hakimiyetinden emin olamayan Nonda, penaltıyı dışarıya göndermekten korkup göbeğe berbat kullandı, bir daha da kendine gelemedi...

Ahmet’in kendini saçmasapan şekilde attırmasından sonra Gaziantep her dakika biraz daha geriye yaslanınca Galatasaray topu kontrolüne aldı ve rakip sahaya yerleşti ancak hala golü nasıl bulacağını bilemez halde ceza sahasına top sokuşturmaya çalışıyordu...

Bir şut üreten üç kez çizgiye inip ön direğe kötü kullanan Arda maçtaki en iyi eylemini maçın sonundaki serbest vuruşta yaptı, en zayıf vuruş ihtimalini arka direkte sadakatla bekleyen Mustafa Galatasaray’ı asap bozukluğundan kurtardı...

Sarı-Kırmızılılar’da uzun süre kaleye ikisi serbest vuruştan dört şut çeken Elano’nun dışında girişimde bulunulmaması garipti...

Gaziantep oturmuş bir kimlik kazanıyor, kırılganlıktan uzaklaşıp kazanmayı daha çok istemeleri lazım...

25 Ocak 2010, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Büyüklenen Mustafa‘’

Mustafa Denizli aslında Beşiktaş’a gayet modern bir futbol oynatmak istiyor. Bu göze güzel gözüken futbolun temel planını da orta sahada oluşturmak istiyor: Öyle bir orta saha ki, kimse tek bir bölgede, tek bir görevden sorumlu değil. Orta saha ve hücum bölgelerinde sorumluluk taşıyan, futbol bilgisi yüksek, teknik ve koşucu, inisiyatif kullanabilen, her an yorum yapabilen, takımı ileri iten, kazanıcı, karakterli, inatçı, kararlı, maçı kopartıp alacak bir orta saha...

Kasımpaşa o orta sahayı arka arkaya çökertti, “ne oluyor” demeye kalmadan maçı yarım saatte alıp işi bitirdi. Çünkü Yılmaz Vural’ın da gayet işlevsel; yumuşak ve rahat görünümlü ancak her takım karşısında gol yaptıracak bir hücum yapılandırması vardı... Vural’ın çalışmaları üstün geldi.

Kasımpaşa topu kazandığında, her futbolcunun aklında topu üçüncü bölge önünde, yüzü dönük ve boş adamı bulmak var. Savunmadan hücuma kadar 30-40 metrelik deparlar yapan 2 de orta saha adamı bulduklarında ataklar can yakıcı oluyor...

Daha maçın başında bu işi yaparak Ernst ile Uğur’un arkasına geçtiklerinde ilk işareti vermeşlerdi. Hemen arkasından gelen kornerde Uğur Merthan’ı arkasından kovalayınca çok garip bir de gol yediler. Kornerde olmasa da Cenk’in golünde Ramazan’ın hem zamanlama hem de defansı ile iletişiminde eksikliği vardı. Üçüncü gol defansın eylemiyle gelse de “modern bir orta saha” hayalini yıkan pozisyon hatası ile geldi...

Fark 3 olmasaydı, Beşiktaş maçı gene de çevirebilirdi ancak Kasımpaşa rakibine blokların arasını açmamayı öğreten sağlam bir ders verdi.

Denizli Manisa maçından sonra “biz de 9 puanla çıkarız” demişti: “büyük Mustafa”yı herkes sever ve sayar ama “büyüklenen Mustafa” kendisine bile karşı çıkıyor...

13 Ocak 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kupa laubaliliği‘’

Kupa maçlarına ‘değeri düşük’ maç düşüncesiyle başlamak, ‘değeri düşük’ görünümüyle takım çıkarmaktan başka sonuç çıkarmıyor.

Beşiktaş’ın kupaya hiç ama hiç konsantre olmaması, sahaya çıktıktan sonra profesyonel ciddiyet ve kalite farkı ile durumu idare etmeye çalışması çok yetersizdi. Zahmete girmeyip, maçın başından itibaren uzun toplarla oynayan Beşiktaş, Bobo’yu yalnız bırakıp, kolay toplar kaybetti. Rakip alanda çoğalma ve organize olma fırsatı bulamadı: Eğer topu yere indirip, çok sayıda boş koşu üretmiyorsanız Tabata’ya şans vermiş olmaz, onu kurban edersiniz.

Oyuna daha saygılı ve istekli olan Manisalılar, her hattı ile kötü oynayan rakibi önünde üçüncü bölgeye rahat rahat girdi, ligde nadiren pozisyon veren rakibinin kalesine bir devrede 7-8 etkili deneme yaptı. Simpson yerleşik savunma arasında golü kafayla rahatça attığında normal sonuç daha da farklı olabilirdi. Beşiktaş soyunma odasından kadro ve ruh olarak bilenmiş şekilde döndü. Siyah-Beyazlılar’ın hücum yapısının temeli olan üçüncü bölgedeki kanat bindirmeleri tıkır tıkır gerçekleştirilince hemen fark yarattılar ve beraberliği hemen buldular.

Ne var ki futbolcu kendisini zihinsel olarak hazırlamadıysa ve takım duygusu zayıflamışsa soyunma odasındaki motivasyonun ateşi çabucak da sönebilir.

Beşiktaş tek golle tatmin olunca Manisa özellikle orta sahasının katkısıyla oyunu ele alıp, çok etkili oynamaya başladı. Kartallar golü yiyeceklerini hissediyorlardı, ama yine de uyanamadılar.

Beşiktaş’ın mantalitesi daha ağır bir mağlubiyeti hak etmişken fatura Korcan’a çıkartılırsa, ona acırım...

23 Aralık 2009, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tek gol yetti‘’

Daha maçın hemen başında iki Trabzonsporlu bütün defansı 5’er metre arkada bırakarak hücum bölgesinde yalnız kaldılar ama Hüseyin Fidan bayrağı çekerek Trabzonspor’un olağanüstü şansını kişisel beceriksizliği ile yok etti... O pozisyon gole dönüşse oyunun gidişatı çok farklı olacaktı...Nitekim Trabzon’un erken bir gole ne kadar ihtiyaç duyduğu, Alanzinho’nun 20’den sonra oyundan düşmesi, Colman ve Cale’nin asla oyuna girmemesi, Selçuk’un önceden çalışıldığı belli olan serbest vuruşların hepsini kötü kullanması üzerine belli oldu...

Öncelikli olarak gol yememeyi amaçlayan Fenerbahçe ilk yarıda sezonun en bütünlüklü, tempolu ve konsantrasyonu yüksek maçını oynadı. Yarı sahada yaptıkları istekli, diri ve Avrupa kalitesinde savunma Fenerbahçe’ye çok ciddi ve güçlü bir takım havası vermişti... Çapraz koşuları bir sanata dönüştüren Guiza topla buluştuğunda çok beceriksiz olabiliyor ama, ona asist yapmak çok kolay!

Trabzon oyuncu değişikliklerinden sonra ceza sahasına daha çok girip pozisyon da üretti ama maç boyu kaleyi bulan tek denemeleri olmadı... Bence Volkan’ın Umut’u yere çalıp tuş ettiği pozisyon da penaltı idi. Eğer iddialı olmak istiyorlarsa, yabancıları istikrarlı olarak iyi oynamalı...

Fenerbahçe ilk yarıdaki tempolu ve soğukkanlı savunmayı 60-70 dakikaya çıkartırsa Ligde hiç sorun yaşamaz...

21 Aralık 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Keyifli futbol‘’

Beşiktaş’ın oynadığı sert maçlardan sonra Manisa’da rotasyona gitmemesi “iyi oynama kültürünü” korumaktaki kararlılığını gösteriyordu. Kartallar’ın tempoyu yükseltebilen ve özgüveni tavan yapan 11’inin önündeki en büyük sorun Manisa’yı küçümsemesi ve laubalice oynaması olabilir mi? Ancak Beşiktaşlılar, hem ciddi hem de iyi odaklanmış bir futbol sergilediler. İlk yarıda özellikle sol kanatta sayısız etkili koşu yapan Ekrem, Beşiktaş’ı rahatça içeri bölgeye taşıdı. Gelişme gösterdiği açıkça anlaşılan İsmail, Ekrem ile daha uyumlu olduğu zaman Beşiktaş’ın hücum etkinliği ikiye katlanacak. Takımın en verimsiz iki adamı Bobo ve Nihat olmasaydı, daha ilk yarıda farklı olurdu. Ortalarda pek görülmeyen Bobo, attığı ustaca golle kendini bir nebze affettirdi, ama Nihat yüzde 100’lük 3 pozisyonda İlker’i geçemeyip golü yapamadı. Daha koşucu bir karaktere bürünen Tello’nun iki korneri milimetrik hassasiyetle kullanıp kafasına indirmesi, ikinci yarıda da Ernst’i bomboş bırakan ortası çok hoştu.

Manisa, Nizamettin’in yokluğunda çok koşan, savaşçı, ancak hücuma katkısı şüpheli bir orta saha kurmuştu. Çok iyi mücadele edip ayakta kaldılar ama hücum duygusu bambaşka bir şey. Hem Yiğit İncedemir hem de Mehmet Güven yakından buldukları pozisyonlarda kaleciye pas tadında vuruşlar yaptılar.

Beşiktaş hep yüksek tempoda ve dikine oynarken rakibi tüketebilir ama kendisi de rakipten önce oyundan düşebilir. Kimi zaman set düzeninde sabırla pas yaparak tempoyu da kontrol etmeyi bilmeleri gerekiyor.

Bu sonuca iki takım da üzülemez. Dereli, kilo verip oyunu daha yakından takip edebilir.

14 Aralık 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kolay mağlubiyet‘’

Fenerbahçe’nin büyüklüğü şampiyonluk büyüklüğü değilse, mağlup olurken bile bir saygınlık vurgusu içinde, büyüklüğünü pekiştirerek yenilmesi gerekir...
Ancak çok kolay mağlup oldular...
Mağlubiyetten de kötüsü budur işte!
Üstelik Eskişehir, Fenerbahçe’nin karşısına çıkabilecek en dişli Eskişehir değildi.
Ligin başlarında hücuma çok çabuk ve kalabalık çıkıp, göz kamaştıran bir pas görüntüsü kurarak hücum ederlerken, bu maçta Fenerbahçe’ye nazire edercesine Youla’ya uzun uzun vurup, bir sürü hücum hakkını çarçabuk harcadılar... Buna karşılık Fenerbahçe inanılmaz derecede temposuz, neredeyse amaçsızca oynuyor, Semih ileride her top için çırpınsa da, kimse ona ne koşuları ile destek veriyor ne de Semih’in sergilediği ruha kendinden bir şey katıyordu... Duran toplarda Lugano ve Bilica’yı aramaktan daha ciddi bir şey yapmadılar...
Ne kanatlar çalıştı ne etkili bir ikili oyun ne de doğru dürüst şut denemesi...
Mağlubiyete direnen, isyan tonunda bir çırpınış görebilmeliydi Fenerbahçe taraftarı...
Ortaya hiç değilse karakter koymaları gerekirdi. Hafta arası Avrupa maçı oynamak Fenerbahçe’nin mazereti olamaz.
Bu başka bir şey! İlk yarıda Alex’in endirekt vuruşu doğrudan kaleye kullanmasında ya berbat bir motivasyon/konsantrasyon bozukluğu var. Ya da başka bir şey!
Ligin başından beri takımı geliştiremeyen Daum hesap vermeden dururken, kimse “Aykut Kocaman bir şey yapsın” diyemez!

06 Aralık 2009, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hangi Galatasaray?‘’

Bursa, Galatasaray’ın bütün sezon çıkacağı en ciddi ve zor deplasmanlardan biri... Galatasaray gibi bir takım, böyle bir deplasmana bu kadar kötü bir motivasyonla, bu kadar kötü hazırlanarak, bu kadar acayip bir 11’le mi çıkar?.. Bir takımın performansı kendi futboluna bu kadar mı benzemez? Sezon başında, eksiklerin de kazanılması ile Galatasaray’ın önünde durulamaz bir kadroya sahip olacağı düşünülürken, Bursaspor karşısındaki 11 seçimi, Cim Bom’da yeni oyuncuların kazanılmasından çok, bazı oyuncuların gözden düşmeye başladığı havasını yarattı... Yegane santrforu Nonda da kulübede oturtulunca, Galatasaray’ın nasıl hücum edeceği tam bir muamma haline gelmişti. Takımın yükünü taşıyan Arda ve Keita’ya ilaveten, teknisyen Kewell da kötü oynayınca Galatasaray’ın kaleyi görmesi bile zor oldu: Taraftarına “bir duran top olsa da top kale önüne inse” diye düşündürüyorsan, hücum namına pek bir şey yapmıyorsun demektir.

Sarı-Kırmızılılar’da maçın başından sonuna kadar yüksek tempoda oynayıp iyi performans gösteren oyuncular Servet ve Gökhan idi. Bursa’nın kanatlardan yaptıkları çıkışlara bile bekler değil, stoperler koştular...

Santrforsuz başlanan bu maç, Galatasaray hücumcularının o kadar da çok yönlü ve uyumlu olmadıklarını da ortaya koydu. İleri uçta başarılan ilk ve tek ikili oyunu Nonda ile Kewell ancak 77. dakikada gerçekleştirdiler...

Bursaspor golü bulana kadar her şeyi Galatasaray’dan daha iyi ve takım bütünlüğü içinde yaptı... Daha tempolu oynadılar, daha çok yardımlaştılar, daha güvenli idiler ve en önemlisi ne oynadıklarını bilerek, taktik bilinç içinde performans sergilediler... İki topları direkten döndü, birçok son pası da kötü kullandılar... Haftalarda maçın sonuna kadar disiplinli oynayarak göz dolduran Bursa, topu son yarım saatte Galatasaray’a bırakmanın cezasını çekebilirdi...

28 Kasım 2009, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galibiyeti sökemediler‘’

Wolfsburg ilk 20 dakikada sürekli direkt atak yapıp, 3. bölgede yüzü dönük adamı bularak atak sonlandırıyor, izlemesi keyifli bir futbol sergiliyordu. Bu futbol, milyonluk kentlerimizin stadyumlarında birkaç bin kişiye futbol oynanırken, 130 binlik bir yerleşimin 30 bin kişilik stadyumu neden doldurup taşırdığını da anlatıyordu...

Almanlara, hızlı oynamalarına izin vererek savunma yapmaya çalışmak oldukça riskliydi ancak Beşiktaş bu dönemi çok fazla dağılmadan geçti. Her ne kadar oyun kuramayıp çok sayıda geri pası yaparak, uzun vurup çok sayıda top kaybetmek olumsuz bir görüntü verse de, orta sahadan boş adamlar gönderip hücumda çoğalarak hücum etmek ve kaleye 5 tehlikeli vuruş yapmak da iyiydi. Çoğalarak alternatifli hücum etme zemini bulan Beşiktaş’da Tabata’nın yaratıcılığı golü ilk yarıda getirebilir gibiydi...

Wolfsburg’un temposuna önce kendileri yenildiler, eskisi gibi çıkamaz olunca neredeyse tamamı soldan ortalar yaparak gol bulma kolaycılığına kaçtılar. Bu ortaların tamamını Rüştü pırıl pırıl bir kalecilikle savunmaya iş bırakmadan topladı...

Wolfsburg ikinci yarıya da tempo yaparak girse de, ilk yarıda oyuna etkili şekilde giremeyen ve duvar olmaktan başka şey yapamayıp kaleye bir kez dışında bakamayan Grafite atıldıktan sonra ciddi bir şey yapacak halleri kalmadı.

Kartallar da golü gerçekten isteyerek zevkle hücum ediyorlardı. Nihat’ın, Bobo’nun, Fink’in, Ernst’in koşuları hep bu isteği ortaya koyuyordu. Ancak Tabata’nın oyuna alınış zamanlaması da, topla buluşturulmaması da önemli bir eksiklikti. Bu devrede çok az şut denenmesi de öyle

Böyle kolaylaşmış maçların kopartılamamasına yazık...

22 Ekim 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI