‘’Ben Güneş'leyim ya siz?‘’
Hem başkanını sayar, hem kulübünü inanılmaz sever. Bu takım onunla yaşamayı kısa sürede öğrendi. Arkasında büyük bir kalabalık var. Önünde ise gol attığı zaman, rakibini mağlup ettiği zaman üzülen bazı Trabzonlular var!
Aynı insanlardan bahsedeceğim. Ama herkesten değil. Kendini bilen bilir, herkes üstüne alınmasın. Bazıları Trabzonsporlu, bazıları başka takım taraftarı, bazıları takım tutmaz, bazıları da tutar görünür. Konu Şenol Güneş. Hani bir dönem ‘Karizması yok denilen’ teknik adam... Kiminin çok sevdiği, kiminin destek verdiği, kiminin karşı çıktığı, kiminin ortada durduğu teknik direktör. Bir dönem medyada onu bitirmek için zeki olanların beklemeye geçtiği, zeka düzeyi düşük olanların hemen saldırdığı teknik adam.
Güneş kim, tanır mısınız? Trabzon neden ona teslim edildi bilir misiniz? Yönetimin güveninin, taraftarın sevgisinin nedeni nedir bilir misiniz?
Şenol hoca Trabzon’da yaklaşık 15 yıl kalecilik yaptı. 1975-1984 yılları arasında Bordo-Mavili ekibin 6 kez şampiyonluk yaşamasında büyük rol oynadı. Gençlik yıllarında radyolarda kalecileri dinlerken hayali şekillendi ve “Ben de onlar gibi kaleci olmak istiyorum. Hem de hiç gol yemeyen bir kaleci” diyerek yıllar sonra kendi adına yazdıracağı rekorun adeta haberini verdi: Bin 112 dakikalık gol yememe rekoru hâlâ geçilemedi. 31 kez giydiği Milli Takım formasına 5 kez kaptanlık yaptı. Daha sonra Milli Takım’la belki de hiç ulaşamayacağımız büyük bir başarıyla Ay-Yıldızlılar’ı Dünya Üçüncülüğü’ne taşıdı. Bir yıl sonra Konfederasyon Kupası’nda tekrar üçüncülük kürsüsüne çıktı öğrencileriyle.
Evet, şu an başında bulunduğu takımın formasıyla kaleci ve teknik direktör olarak 6 lig, 5 kupa, 7 Cumhurbaşkanlığı, 4 Başbakanlık ve 1 Süper Kupa kazandı Şenol Güneş. Fakat Milli Takım’la tarihi başarılarına rağmen İnönü Stadı’nda Letonya ile 2-2’lik maçtan sonra istifa etmek zorunda kaldı. Güney Kore’de sabırlı olmayı öğrendi ve tekrar yuvasına döndü... Şu an onun deyimiyle ‘Küçük bir kentin büyük savaşı’nda başkomutan. Hocam sen adamsın, sen lidersin, sen saygısın, sen sevgisin, sen büyüksün, sen Trabzon’sun, sen Trabzonspor’sun, seni tüm Trabzon değil, tüm dünya seviyor...
NOT: Yazımın bir bölümü(!) Hürriyet Gazetesi’nden Altan Tanrıkulu kardeşimin 7 Ağustos’ta ‘Ben Aykut’layım ya siz?’ başlıklı köşesinden alınmıştır.
‘’Kaşıkçı Elması Arda Turan...‘’
Önceki gün, Akşam Gazetesi’nde ‘Kaşıkçı Elması’ başlıklı bir haber gözüme çarptı. Galatasaray’ın kaptanı Arda, 4 yılda fiyatını 20’ye katlamış, 24 ayar altından 10 kat fazla prim yapmış...
Ayrıntıda şu ifadeler yer alıyor; 2006’da Manisaspor’da yıllık 300 bin TL’ye oynayan Arda Turan, önceki gün 3.2 milyon EURO’luk mukaveleye imza attı. Bunun Türk parası karşılığı 6.5 milyon TL. Bu değer artışı hiçbir yatırım aracında yok! (Arda’nın yeni bir mukaveleye imza attığını Raşit Altun kardeşimiz şubat ayında gazetemiz okurlarına zaten duyurmuştu)
Son haftalarda hep Arda Turan’dan bahsedildi. Türk Futbolu’nun son yıllarda yetiştirdiği en büyük yıldızı. Yani daha çok ulusal basında. Dünya Futbol Arenası’nda ise Mesut Özil manşetlerdeydi. Aslında bu iki gencin geçmişi birbirine benziyor. Araştırdım, 4 yıl önce ikisinin de yaklaşık ortalama değeri 400 bin EURO’ymuş *. Yavaş yavaş yıldızları parlamaya başlamış. Arda, Galatasaray’da merdivenleri birer birer çıkıp kaptanlık mevkiine kadar yükselirken, gurbetçi kardeşimiz Bundesliga’da hatırı sayılır zıplamalar yapıp, Schalke ve Werder Bremen derken başarılı bir şampiyonanın ardından dünyanın kuşkusuz en büyük takımlarından biri
Real Madrid’e transfer oldu.
Arda’nın şu an değeri 16 milyon, Mesut’unki ise 27 milyon EURO...
Performans bazında baktığımızda ise milli futbolcumuzun bir türlü istikrarı yakalayamadığını görüyoruz. Nedenleri tartışılır ancak Arda’nın biraz daha kendisine bakması gerektiğini düşünüyorum. Futbola tamamen konsantre olması, hem kendisi hem de Galatasaray takımı için hayırlı olacaktır. Arda kuşkusuz büyük bir yetenektir. Mesut Özil örneği ise bir gerçektir. Arda iyi bir hayat koçuyla çok daha fazlasını başarabilir.
Genç kardeşimiz unutmamalıdır ki, önemli olan tek şey ‘Arda Turan’dır, çevresi ise sadece teferruattan ibarettir...
* değerler www.transfermarkt.de sitesinden alınmıştır.
‘’Berlin in Berlin...‘’
Salı gününden bu yana Berlin’deyiz. Nedense Berlin dendiğinde benim aklıma ilk olarak Berlin Duvarı değil de Berlin in Berlin filmi geliyor... Cem Özer ve özellikle Hülya Avşar’ın rollerinin hakkını verdikleri müthiş eser... Neyse filmin detayını es geçip maçımıza dönelim. Şöyle keyifli bir karşılaşma izleme arzusundaydım. Ama ne gezer. 4 gündür Mesut’la yatıp, Mesut’la kalktık! Gına geldi, sıkıldım, yeter artık. Hep aynı hikayeler. Neden Almanlar’ı seçmiş, neden Altıntoplar bizden, kim daha Türk, annem babam Türkçe konuşuyor, menemeni severim, Türk gibi yaşıyorum, Türk gibi savaşırım... Allah aşkına herkes bu oyuncuların kararlarına saygı duymayı öğrensin ve artık başka detayları tartışsın. Hiddink maç öncesi, “Almanya gibi mi oynayacaksınız” sorusuna “Hayır biz Türk Milli Takımıyız. Türk Milli Takımı gibi oynayacağız” cevabını vermişti... Hayır! Dün gece maalesef Türk gibi oynamadık, Türk gibi savaşmadık. Ev sahibi ilk yarı oyunu kontrol etti ama biz korkaktık. Orta sahamız çoğalamadı, forvetimiz pozisyona giremedi. Hiddink sahaya aslında sürpriz bir takım sürmüştü. Alman kökenli bir 11: Ömer, Özer, Halil, Hamit ve Nuri... Bu sezon ligde 1 kez 90 dakika oynayan Özer çok sırıttı, olumlu bir katkısı olmadı. Uzun bir aradan sonra tekrar 11’de görev yapan Halil ise maç ritmine rağmen Bundesliga’da henüz siftah yapmamıştı. O da şansını iyi kullanamadı. Evet, büyük umutlarla geldiğimiz Berlin’de bir avuç Alman bizi Aufwiedersehen (Güle Güle) şarkılarıyla evimize gönderdi. Umarım Ay-Yıldızlılar Salı günü Bakü’de bu geceyi telafi edecek bir sonuç elde eder....
‘’Başkan'ın dikkatine‘’
Galatasaray’da Frank Rijkaard’ın sadece basın toplantılarında tercümanlığını yapan Mustafa Yücedağ şimdiye dek çok eleştirildi. Yanlış ve eksik çeviri yaptığı söylendi, hatta birkaç defa da bu konuda itirafta bulunup özür dilemişti.
Yücedağ’ı çok iyi tanırım. Hollanda kökenli eski milli futbolcumuzdur. Hollandaca’yı da ana dili gibi konuşur. Eleştirilerin doğru olup olmadığını son Eskişehir maçında kontrol etmek istedim. Ve acı gerçeği ben de öğrendim. Uzun yıllar Sarı-Kırmızılı formayı da giyen kardeşimizin öylesine 2 büyük hatasını yakaladım ki, bu tercüme hataları normal şartlarda büyük kriz çıkartır...
Hemen söyleyeyim; Mustafa Yücedağ bu hataları kesinlikle kasıtlı yapmıyor. Kanımca biraz duygusal davranıyor, Rijkaard’ın açıklamalarını zaman zaman kendisine göre kesip biçiyor, ancak en büyük hatası, Hollandalı teknik adamın sözlerine kendince ilaveler yapıyor olması...
Gelelim, Eskişehir maçından sonra yapılan basın toplantısına...
1-Rijkaard’a doğal olarak transfer soruluyor; Frank’in verdiği cevap şu şekilde; “Milli ara herkes için iyi olacak. Umarım yönetim de önümüzdeki günlerde transfer konusunda takıma ilave yapabilir.”
Yücedağ bu bölümü şu şekilde tercüme ediyor; “Yönetim yabancı transferi konusunda, umarım takıma 2-3 ilave yapacaktır!
Kardeşimiz burada rakam bile veriyor! Yönetimi iyice zora sokuyor!
2-Fakat önceki gece yaptığı 2. hata daha da vahim. Gelen soru şu şekilde; “Neden ülkenizde tanıdığınız vatandaşınızdan birini transfer konusunda ikna edemiyorsunuz?”
Rijkaard şu beyanı veriyor; “Hollanda futbolda eğiten bir ülke. Gençlere büyük önem veriyor ve yıldızlar yetiştiriyor. Bu yıldızları da büyük paralara başka takımlara satıyor. Galatasaray’ın bu yıldızları transfer edecek maddi gücü yok...”
Yücedağ’ın duygusallığı işte burada devreye giriyor ve bu bölümü de şu şekilde tercüme ediyor:
“Galatasaray’ın bu paraları verip yıldız alması değmez!
Kardeşimiz burada yönetim adına konuşmuş oluyor. Evet dikkatlice TV’den izlediğim basın toplantısında bu vahim hataları ortaya çıkardım. Yönetimin bu konuda bir an önce harekete geçip, olaya el koyması gerekiyor. Bu sorun ileride büyür, özellikle Frank Rijkaard zorda kalabilir. Bizden söylemesi...
‘’Frank Rijkaard dokunulmaz mı?‘’
Şöyle son 20 yıl geriye baktığımızda ülke futboluna hizmet vermek için dünyaca ünlü teknik adamlar geldi yurdumuza. Katkı sağlayanlar olduğu kadar, rezil olup dönenler de oldu. Ama birçoğunun kıymetini bilmediğimiz bir gerçek... Parreira, Löw, Tigana, Del Bosque ve Gerets gibi kariyeri tescillenmiş hocaları ‘çerez’ niyetine yedik bitirdik. Guus Hiddink 6 ay dayanabildi, kovuldu, şimdi Türk Futbolu’nun kurtarıcısı olarak lanse ediliyor. Galatasaray geçen sezon Frank Rijkaard’a teslim etti takımı. Facia gibi sezonun ardından “Türkiye’ye alışacak, bu sezon daha iyi olacak” denildi. Görünen köy kılavuz istemez. Sarı-Kırmızılı ekipte büyük sıkıntılar var; Hollandalı ise nuh diyor peygamber demiyor. Sahi, Rijkaard dokunulmaz mı?
*****
Galatasaray tuhaf bir camia; Yıllar geçtikçe bunu yavaş yavaş öğreniyoruz... Eric Gerets ve Michael Skibbe Rijkaard’ın 3’te 1 fiyatına bu kulüpte başarıyla görev yaptılar. Belçikalı teknik adamın Galatasaray’a kazandırdıkları bir kenara, insan olarak nasıl bir etki bıraktığını herkes biliyor. Düşünün Skibbe’nin oynattığı futbol bile tribünleri daha fazla heyecanlandırıyordu. Peki sonunda ne oldu bu 2 teknik adama; Gerets ağlayarak ülkesine döndü, Skibbe de kendisine imza attıranlar tarafından tuzağa düşürüldü... Yani bu ülkede, samimi, dürüst ve başarılı insanlar hep dışlanıyor, samimiyetsiz, kolpacı ve başarısız insanlar el üstünde tutuluyor. Daha önce uyarmıştık, hayatının en önemli gününde Galatasaray yönetiminden kimseyi Hollanda’ya davet etmeyen Rijkaard ile Galatasaray arasında kesin bir sorun var diye. Hatalarından ders almayan Rijkaard’ın takıma hiç bir fayda sağlamayacağını defalarca dile getirdik. Kişisel egosunu tatmin ederek sezonu diğer takımlardan 2 hafta sonra açıp “Rakipler bizden daha hazır” diyebiliyorsa eğer Frank, yapacak fazla bir şey yok galiba...
*****
Aslında yapacak çok şey var... Geldiği günden beri Galatasaray’ı bırakın sınıf atlatmayı, Avrupa’da ve Süper Lig’de sıradan bir takım haline sokan Frank Rijkaard’ı derhal göndereceksin. Gönderirken de “Kusura bakma sana daha fazla dayanamayacağız. Çünkü sen bir yılda aldığın 3.5 milyon EURO’nun hakkını hiç ama hiç vermiyorsun. Takım kötü futbol oynarken hep başkalarını suçluyorsun. Ve en önemlisi sen samimi değilsin” deyip Hollandalı’ya ders vereceksin. Paniğe kapılmadan da cesur bir davranışta bulunup sezona Tugay Kerimoğlu ile devam etmelisin. Çünkü emin olun Tugay, Rijkaard’dan daha adam gibi adamdır ve daha da önemlisi, futbol zekasıyla Hollandalıyı 3’e 4’e katlar! Korkmayın, deneyin...
‘’İngiliz Kemal!‘’
İngiliz Kemal!
Avrupalılar, yeni futbol sezonuna başlama vuruşunu Monaco’da yapar; Ağustos’un son haftasında hem kupa kuraları çekilir, hem de Avrupa’nın en büyüğü, Süper Kupa Finali’yle belli olur. Futbolun elitleri burada buluşur, UEFA yetkilileriyle kaynaşır. Fanatik Gazetesi adına bu ‘Şenliği’ kendimi bildim bileli takip ederim. Belki bu yüzdendir ki, beni yaklaşık 5 yıl önce ‘UEFA Media Task Force’a dahil etmeyi uygun gördüler. Bu ekibe dahil olan ‘şanslı gazeteciler’ Monaco’da başkanla başbaşa yemek yer, UEFA’nın yeni uygulamalarını öğrenir, gelişmeleri ilk duyan isim olur ve soru-cevap şeklinde geçen sohbet toplantısında geçmiş sezonu değerlendirir, gelecek sezonla ilgili önerilerini iletme şansı bulur. Bu özel buluşma için bu sezonki davet mailimi beklerken, UEFA’cılardan bir telefon geldi; “Mehmet, eveleyip gevelemeye gerek yok. 2016 oylaması öncesi ve sonrası yaptığın haberler ve yorumlar pek uygun bulunmadı. Dolaylı yerden bize iletildi. Bu sezon seni maalesef davet edemeyeceğiz. Bilmeni istedim...”
***
Açıkçası ‘Katakulli’, ‘2016 olmaz, 2020 verelim’ ve en önemlisi ‘Sinek İkili’ yazılarımdan sonra tepki göreceğimi tahmin edebiliyordum. Türk Futbolu’nun ağır abisinin alınmış olabileceğini düşünmüştüm. Ancak seviyenin bu kadar eksilere ineceği aklımın ucundan bile geçmemişti. Yıllardır orada burada sefa süren İngiliz Kemal, beni gitmiş başkana şikayet etmiş; “Atın Mehmet’i Media Task Force’dan. Onu artık davet etmeyin!” (Kimbilir başka neler söylemiş...) Peki bunu neden yapmış? Onu 2016 süresince eleştirmiş ve Türkiye’nin 2016’yı alamamasının en büyük sebebinin kendisi olduğunu vurgulamıştım. Ona ‘Sinek İkili’ yakıştırmasını yapmıştım. Kağıt oyunlarına vakıf okuyucular bilir. Bütün oyunlarda bu kağıdın hiç mi hiç değeri yoktur; Sadece Piştirikte 2 sayı anlamına gelir! Acaba ben kibarlık mı yapmışım... Neyse, İngiliz Kemal belli ki fena alınmış, ama öfkesine yenik düşerek gerçek kişiliğini de ortaya koymuş oldu. Bu olayı duyan yabancı meslektaşlarım, sıkı dostlarım şoke bir şekilde şu ifadeleri kullandı: “İnanmak istemiyoruz. O seviyedeki bir adam, bu seviyeye nasıl düşer!”
***
Bir kaç gün önce, Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Sayın Zafer Yıldırım’ın (Kendisini bir kez daha tebrik etmek farz oldu) Habertürk’te İngiliz Kemal’le ilgili ağır eleştirisi vardı; Röportajın büyük bir bölümüne katılmakla birlikte “Ağır abimizi kurban seçmeyelim, UEFA’da onun gibi isimler çoğalmalı, ağır abimiz gençlerin önünü açmalı” şeklinde bir yazı yazmıştım. Ancak İngiliz Kemal’e yine kibarlık etmişim. Zira İngiliz Kemal benim için artık hiç bir şey ifade etmiyor. Çünkü Milli Takım Teknik Direktörlerimiz bile pasaport kuyruğunda beklerken, VİP statüsünde uçağa özel kapıdan biner, en lüks araçlarla seyahat eder,
7 yıldızlı otellerde konaklayıp, görev icabı gittiği ‘tehlikeli ülkelerde’ İngiliz pasaportuyla İngiliz vatandaşı statüsü görerek ‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ edasıyla tatilini Cenevre Gölü kenarındaki malikanesinde yaparsa, adama buraya kadar derler... Üzülüyorum aslında, keşke beni UEFA’dan dışlamak için yaptığı lobiyi, 2016 için yapmış olsaydı. Türk Futbolu’na en azından faydası dokunurdu. Aslında yazacak şok şey var, ama uzatmayacağım; Monaco’da görüşürüz İngiliz Kemal!
‘’Kral çıplak!‘’
Halkımız 2016 mağlubiyetini yeni yeni sindirmiş ve unutmuşken, dün Habertürk’ten Senad Ok kardeşimiz müthiş bir işe imza atmış. Futbol Federasyonu yönetim kurulu üyelerinden Zafer Yıldırım’la çok önemli bir röportaj yapmış. Yıldırım, UEFA Asbaşkanı Şenes Erzik’i ağır bir şekilde suçlamış, özetle şunları dile getirmiş;
1-TFF’den kimse doğrudan UEFA veya FİFA’yla konuşamıyor. Hep Erzik aracı olmak zorunda. Bu ayıp bir şey...
2-Federasyon Başkanı UEFA’da olmalı. Her konuda muhatap aldığı kişiye “Ben federasyonun başıyım” diyebilmeli.
3-2016’da başarısızlık var. Bedeli ödenmeli, federasyonsa federasyon, yöneticiyse yönetici, proje sorumlusuysa onlar yada UEFA’daki temsilcimiz...
4-UEFA Başkanı, Michel Platini olmasıydı kazanırdık. Şenes beye “Tarafsız kalamazsınız” dedik. “Hayır” dedi. Oy atan adamlar da “Ülkesi için bu kadar tarafsız bir adam için neden kendimi ateşe atayım” dedi...
5-UEFA’da Türkiye’nin menfaatlerini güçlü olarak temsil edilebilmesi için bir başkasının orada olması gerekiyor. İşin doğrusu budur. Yani Kral çıplık! Bunu söyleyerek üzerime düşen görevi yaptığıma inanıyorum...
***
Türk Futbolu’nu yöneten Mahmut Özgener Başkanlığı’ndaki federasyonu beğenen de var, eleştiren de. Hatta bu federasyonun seçimle gelmediğini, atandığını ifade eden bir kesim de mevcut. Şahsen, federasyonu eleştirdiğim noktalar kadar, beğendiğim ve desteklediğin icraatları da bulunduğunu belirtmek isterim. Ama bildiğim daha önemli bir konu var o da;
Mahmut Özgener federasyonu Şenes Erzik ile müthiş bir uyum çerçevesinde çalışmaktadır. Hatta Erzik’in, federasyona açık olarak danışmanlık yaptığını söyleyebilirim. Adeta bir abi olarak, tecrübesiyle, çevresiyle, lobisiyle!
Özgener yönetimiyle iç içe olduğunu futbol camiası çok iyi biliyor. Peki nasıl olur da sayın Zafer Yıldırım, futbolumuzun ağır abisini bu denli ağır sözlerle eleştirir...
***
2016 projesi, oylaması öncesi ve sonrasında yaptığım analiz ve yorumlarla Türkiye üzerinde oynanan oyunları okurlarla paylaşmıştım. ‘Kral çıplak’ dediğimde acımasız olduğum söylendi. Bu süreç içinde sorumlular elini taşın altına sokmadı. Şimdi ise sanki büyük bir kaos yaşanacağa benziyor çünkü yönetim içinde artık fikir ayrılıkları var. UEFA’da ve dolayısıyla Avrupa futbol arenasında daha güçlü bir Türkiye için yeni senaryolar üretilmeye çalışılıyor. Burada Şenes Erzik’i kurban seçmenin doğru olduğuna inanmıyorum. Fakat inandığım bir şey var; O da Erzik’ler çoğalmalı, Erzik de yetenekli gençlerin önünü açmalı! Başkan Mahmut Özgener ve ekibi UEFA içinde daha aktif roller almalı. Asbaşkan Lutfi Arıboğan UEFA’nın üst kademelerinde yer alacak meziyetlere sahipken, mütevaziliğinden vazgeçip, ülkemizi daha iyi temsil etmeli... Benden söylemesi!
‘’İşin aslı...‘’
Türkiye’de monotonlaşmış futboldan biraz olsun uzaklaşıp, boksa ilgi duymaya başladığım günlerden beri açıkça itiraf etmeliyim daha bir mutlu ve neşeliyim. Özellikle de gururumuz Selçuk Aydın’ı yakından takip eden birisi olarak hayatın sadece futboldan ibaret olmadığını, ülkemizde başka spor dallarında da yetenekli ve son derece başarılı sporcular yetiştiğine şahit oldum.
Dedim ya, boksa yavaş yavaş adapte oluyorum. Uppercut, Jaw, Swing, Knockdown, Kroşe ve Groggy kelimelerinin ne anlama geldiğini öğreniyorum. Ama sakın yanlış anlaşılmasın, bu spor dalına yabancıyız derken, uluslararası müsabaka konusunda hiç tecrübemiz yok demiyorum!
***
Abdi İpekçi Spor Salonu’nu dolduran yaklaşık 8 bin seyirci, Selçuk Aydın’ı izlemeye geldiğinde, tıpkı benim gibi zaferden başka bir şey düşünmüyordu. Genç sporcumuzun bir unvanı da kazanacağından kimsenin şüphesi yoktu. Muhteşem gecenin sonunda bir Dünya Şampiyonu’nu selamlayacaktık... Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Selçuk, ilk raunddun dışında rakibine üstünlük kuramadı. İon’un müthiş kondisyonu karşılaşmanın özellikle son bölümünde Selçuk’a zor anlar yaşattı. Zaten salonu dolduran binlerce seyirci homurdanmaya başladı, kimileri salonu terketti. Üzüldüm, çok üzüldüm. Selçuk 11 ve 12. raundda çok yumruk yedi, içimi acıttı. Kendi kendime söylenmeye başladım; Hiç mi çalışmadı Selçuk? Hiç mi gücü kalmamıştı, halbuki bize söz vermişti! 5 raund dayanmaz İon demişti...
***
Rumen asıllı İon’un köşesi büyük sevinç yaşarken, hakemlerin karar zamanı gelmişti. Kimsenin umudu yokken, Selçuk 2-1 sayıyla Dünya Şampiyonu oldu... İşin aslı şuydu; İon 12 raund boyunca daha aktif olan boksördü. Ancak Selçuk rakibini kapışmanın hemen başında yere indirmişti. Yumrukları daha etkili ve daha sertti, en önemlisi çok iyi müdafa etti. Bu da 3 hakemden 2’sini ikna etmeye yetti! Yine de dost acı söyler diyerek Selçuk’u uyarmak istiyorum; Önceki gün kazandığın galibiyeti kime borçlu olduğunu benim gibi sen de çok iyi biliyorsun... Bu nedenle toparlanmak gerektiğini düşünüyorum. Artık evsahibi olmayacaksın. UEFA Avrupa Ligi’nden Şampiyonlar Ligi’ne terfi ettin. Rakipler bundan sonra daha acımasız olacak. Kazanmak için daha çok çalışıp daha fazla yumruk atmalısın...